10 Eylül 1974’de Japonya'da doğdum. Çocukluk ve gençlik yıllarımda büyük korkum ve sıkıntım anlaşılmamak ve kabul görmemekti. O bunaltıcı his üniversite çağına geldiğimde zirve yapmıştı. Ressam olmak istiyordum. Ailem maddi, manevi gayretleriyle beni güzel sanatlar üniversitesine yazdırmıştı. Hayatım bu noktada üçüncü gözümün ani açılışıyla ortaya çıkan, kontrol edemediğim psişik yeteneklerim yüzünden allak bullak oldu. Yollarda, bahçelerde, binalarda, umulmadık an ve yerlerde bedensiz varlıkların amaçsız, kederli ve ürkütücü süzülüşlerini gördüm. Bunun mantıklı bir açıklamasını bilemediğim ve derdimi kimselere anlatamadığım için derin bir depresyona düştüm ve akıl sağlığımı tümüyle yitirmekten korktum.  Üniversitede derslere dikkatimi veremez olmuştum. Ailem, ne istediğini bilmeyen, yalnızca şımarıklık ve sorumsuzluk eden kızlarının kısıtlı maddi kaynaklarını sömürdüğünü düşündü. Anlaşılamıyordum. Çare bulabilmek için bir psikologla görüştürdülerse de sinirlerimi yatıştıracak haplardan başka bir şey edinmedim.
 
Beni benden başka kimse kurtaramazdı. Birşeyler yapmalıydım. Cebimde yok denilecek kadar az bir parayla, uzak bir tanıdığın tanıdığı olan, bir rahibe annenin ev sahipliğini yaptığı kiliseye gittim. Bu rahibe anne intihara meyilli, akıl sağlığını yitirmiş insanları evine misafir kabul ediyor, onlara koşulsuz sevgi ve merhametle yaklaşarak hayata geri getiriyordu. Aşk ile pişirdiği yiyecekler insanlar için şifalıydı. Bense yedikçe çıkartıyor, onun veya Tanrı’nın sevgisini içime alamıyordum. Yine de şifalı dokunuşlarının uzun vadede etkisini gördüğümü kalbimle biliyorum. Ayrıca beni olduğum gibi kabul edip hak vermesi, aileme de kızmış olması içimdeki acıyı bir nebze dindirmişti. Yanında üç ay kadar kaldıktan sonra evime geri döndüm.
 
Herşey bıraktığım gibi anlayışsız ve bunaltıcıydı. Yarı zamanlı işlerde çalışarak biraz para topladım. Hurda denilebilecek bir kullanılmış bisiklet edindim. Sırt çantama birkaç parça kıyafet ve bir uyku tulumu sığdırıp, sessiz sedasız ve habersizce evden ve okuldan ayrıldım. Belki bensiz daha mutlu olurlardı…
Hayatımın en zorlu yolculuğuydu. Güneye doğru sürdüm. Yağmur, çamur, açlık, depresyon; orman içlerinde ve sahillerde kamp yaparak konaklamalar... Hiç umudum yoktu. Nereye gideceğimi, ölüp ölmeyeceğimi, hayatta kalırsam nasıl geçineceğimi bilmedim. Ressamlık yitip gitmekte olan bir hayaldi. Bu yolculuk kazasızca üç ay sonra sona evimde sona erdi. Henüz sıkıntılarımı çözememiştim. Aileme yolculuklarıma devam edeceğimi ve düzelebilmemin tek yolunun bu olduğunu anlattım. Kabul ettiler. Yine yarı zamanlı işlerde çalışarak para biriktirdim ve bu defa bir motosiklet edindim. 
 
Kuzey’e doğru yola çıktım. Bisikletten daha kolay ama daha tehlikeliydi. Birkaç kaza atlatıp, yara ve berelerimle kuzeyde bir otele vardım. Çalışıp daha büyük bir yolculuğun parasını biriktirdim. Ruhani arayışların efsanevi ülkesi olan Hindistan'a gitmeye karar vermiştim.
 
Hindistan, Nepal ve Tayland'da tam bir yıl süreyle dolaşarak cevaplar aradım. Karşıma çıkan ruhani yoldaşlar ve öğretmenler bana meditasyon yapmayı öğrettiler. Nepal'de yanlarında kaldığım Budist rahipler bana aklımı yitirmediğimi, duru görü ve duyu denilen psişik yetenekleri, yani ruhlar alemini görmek ve duymak olarak bilinen yetenekleri kontrol altına alarak hayırlı işler yapabileceğimi anlattılar. Artık karşılaştığım ruhlardan korkmuyor ya da onlara acımıyordum; onlara karşı herhangi bir his duymuyordum. Onların bir nedenle özlerine dönememiş, arafta sıkışmış ruhlar olduklarını öğrenmiştim. Özlerine dönebilmeleri için dua ettim ve ayrılışlarını izledim. Aklım bir nebze olsun düzene girmişti velakin hala ressamlık hayali sona ermiş, hayatın kurbanı hisseden bir genç kızdım. Ülkeme dönüp yine para biriktirdim. Bu defa Hawaii'ye gittim.
 
O ülkenin kuvvetle beni çağırdığını hissetmiştim. Doğru hissetmişim. Bir doğa tapınağında, adanın tanrıçası olan Pele'ye dua edip yardımını ve yol göstericiliğini davet ettiğimde bana cevap verdi:
"Sen bir ışık işçisisin. Uyuyan ruhlara, hastalara ve karanlık olanlara ışık getireceksin. Şimdi ülkene geri dön. Yolun tamamen açık."
Bu mesaj kulaklarımda, aklımın içinde ve en çok da kalbimde defalarca tekrar etti. 24 yaşımdaydım. Geçmiş yaşam deneyimlerim vizyonlar olarak olarak geri dönüyordu. Farklı hayat deneyimlerinde şaman, akupunkturist, şifacı kadın olmuş, çoğunlukla toplumun dışında kalmış, bazen de farklılıklarım yüzünden cezalandırılmıştım. 
 
Kendimi olduğum gibi kabul edebilmem üç senemi daha aldı. Bu süre içinde ruhani toplantılara, seminerlere, eğitimlere katılıp, Reiki, Reflexology ve çeşitli şifa sanatlarını öğrenmiştim. Bir masaj evinde tam zamanlı olarak çalışıyordum. Bir taraftan da ifade edilememiş yaratıcı enerjiyi ortaya çıkarabilmenin yollarını arıyordum. Müzik guruplarında solistlik yaptım. Partilerde ve etkinliklerde şarkı söyleyip dans ettim. Ancak sesim de dansım da sanki bu dünyaya ait değildi ve bazı insanların yargılayan, anlamlandıramayan gözlerini üstümde hissediyordum. Söylediğim şarkıların sözleri Japonca veya bilinen herhangi bir dünya dilinde değildi. Anlaşılmama, kabul görmeme ve yalnızlık hisleri peşimi henüz bırakmamıştı. Daha doğrusu ben onları henüz bırakmamıştım.

Kendimi ruhani dönüşüme adadım; disiplinle kendi üstümde, içimde çalıştım. 27 yaşımdaydım. Verdiğim ruhani tavsiyeler ile yardım görmüş ve hatta fiziksel hastalıkları ve ağrıları enerji dokunuşlarımla şifalanmış dostlarım kulaktan kulağa tanıdıklarına benden bahsetmeye başlamışlardı. Söz aldı başını gitti. Benden yardım almaya gelen kimseler bana para vermeye başladılar. Böyle kendilerini daha iyi hissettiklerini söylüyorlardı. Tanımadığım insanlar; kimileri çok uzaklardan gelip beni buluyor ve benden şifa seansı istiyordu. Tokyo'nun merkezi bir bölgesinde ev kiraladım ve uzun bir süre şifa seanslarıyla yoğun olarak meşgul kaldım.
 
Verdiğim her şifa seansı sonunda kendimi biraz daha kabul ettim, öz güvenim gelişti. Ben tuhaf biri değildim. Bu yaşam benim normalimdi. Hindistan'a yolculuklarımı sürdürüp, orada Yoga öğretmenliğini edindim. Daha önce garip karşılanan dans ve seslerimi topluluk önünde sergilemem için artık davetler alıyordum. Beni tamamen anlayan, dans ve ses kanallığımın enerjisiyle şifalanan insanlarla çevrilmiştim. Artık resim de yapıyordum; meleklerin, rehber ruhların, ilahi ışığın tüm tonlarının resimlerini...
Ailemle ilişkilerim şifalanmıştı. Onlar da beni olduğum gibi kabul edip seviyorlardı. Kendime karşı tutumum değiştiğinde dünyanın bana karşı olan tutumu da değişmişti.
 
37 yaşıma gelmiştim. Son yıllarda içime kuvvetle doğan bir hissi takip ederek İngilizce öğrenmiştim. O ses ruh eşimin bir Batılı olduğunu ve Hindistan'da karşılaşacağımızı söylüyordu.
 
15 Ocak 2012 Pazar sabahı, Hindistan'ın Pushkar isimli derince ruhani bir kasabasında, sabah kahvaltısını etmek için bir meyve suyu dükkanının önünde durdum. O’nu gördüm. Enerjisi perileri andırıyordu. Başını kahvaltısından kaldırarak yüzüme baktı ve gülümsedi.
Kapat